Sıkça Sorulan Sorular

Kur'an-ı Kerim
Kur'an-ı Kerim ile İlgili Bazı Sorular
Kur'an-ı Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi hakkında detaylı bilgi verir misiniz?
Peygamber Efendimiz (asm) bir çok hadislerinde, kendinden sonra. özellikle dört halifeye ve genel olarak da sahabelerine uymayı emreder. Eğer Peygamber Efendimiz (asm) her konuda vasiyet etseydi, o zaman yeni olaylar karşısında "Vasiyet olmadığı için yapamayız." gibi düşüncelerle çözümler üretilemezdi. Bu nedenle Halifelik ve Kur'an'ın toplanması gibi önemli konularda bile vasiyet edilmemiştir. Böyle çok önemli konularda bile ashabın çözüm yollarına uyulması, diğer konularda onların örnek alınacağına ayrıca bir delil olabilmiştir. Diğer taraftan bu ve buna benzer konularda ashabın çözüm yolu bulması, bundan sonra meydana gelecek olaylarda nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiği de gösterilmiş olmaktadır.
O (asm), insanlığı kurtuluşa çağıran, karanlık dünyada yolları aydınlatan bir ziya ve nur mesabesinde idi. Bu görev için seçilerek ilahi bir terbiyeden geçmiş ve nihayet, kemal döneminde görevlerin en yücesi ile vazifelendirilmişti. Resulullah, görevinde son derece titizdi. Vahyi telakki ederken ve de sonraki davranışları bunu ortaya koyar. Mesela O (asm), vahiy hali vuku bulduğunda, bildirileni çabuk ezberleyip kalbine yerleştirmek için dilini hareket ettiriyor.(Kıyamet, 75/16) Gelen vahiyleri özel katiplerine kaydettiriyor, buna mukabil Kur'an ile karışmasın diye kendi sözlerinin kaydedilmemesini ashabından istiyordu.
Kur’an-ı Kerim kırk iki vahiy katibi tarafından yazılmıştır. En meşhurları Mekke'de Abdullah b. Sa'd, Medine'de ise Übey ibni Kab'dır. Kur’an ayetleri kağıt, bez, deri parçaları, taş, tuğla, kürek kemikleri üzerine yazılmıştır. Her Ramazan ayında nazil olan vahiy pasajlarını (Kur'an-ı Kerim'i) baştan sona Cebrail (as)'e arz ediyordu. Karışıklığı önlemek için de gelen vahyin nereye konulacağını belirtiyordu. Peygamber Efendimiz (asm) hayatta olduğu sürece vahiy devam ettiğinden, Kur’an metni, iki kap arasında mushaf haline getirilemezdi. Böyle yapılmış olsaydı sık sık değişiklik yapmak, araya girecek birkaç ayeti yerleştirmek için, ikide bir çok sayıda yazılmış metni imha etmek mecburiyeti hasıl olacaktı. Diğer taraftan Kur’an metni birçok hafız tarafından ezberlenip devamlı surette okunuyor ve ashabın bir kısmının nezdinde yazılı nüshalar da bulunuyordu. Üstelik Hz. Peygamber (asm) gibi bir teminat mercii vardı. Bu yüzden metnin muhafazası konusunda endişeye sebep yoktu.
Ayrıca El-Hakim (Ö 405-1014) Müstedrek’inde “Kur’an metninin biraraya getirilmesi üç defa yapılıp, birincisi Resulullah’ın huzurunda olmuştur.” dedikten sonra, bu hükmüne esas teşkil eden şu hadisi, Zeyd İbn Sabit’den (Buhari ve Müslim’in rivayet şartlarını taşıyan bir senedle) nakleder. Zeyd diyor ki: “Biz, Hz. Peygamber’in huzurunda Kur’an’ı birtakım parçalardan telif ediyorduk (topluyorduk).” Beyhaki bu hadis hakkında: “Kanaatimce bundan maksad, birkaç ayrı defada indirilen ayet gruplarını, Hz. Peygamber’in nezaretinde sureler halinde derlemektir.” demektedir.
Şu halde vahyi tamamlanan sureleri Peygamberimiz (asm), mevcut en uygun malzemeye, birtakım sahifeler halinde temize çektirip muhafaza ediyordu. Peygamberimizin (asm) hayatında birçok sahabi Kur’an’ı hem hafızalarında hem de sahifelerinde toplamış bulunuyorlardı. O’nun ahirete irtihali üzerine Hz.Ali (ra) derhal evine kapanmış, “Kur’an’ı cemetmedikçe cuma namazına çıkmak hariç, ridamı giymemeye yemin ettim.” diyerek, sözünü yerine getirmiş, Kur’an’ı cemetmedikçe Hz. Ebu Bekir’e biat etmemişti.
Kur'an'da kaç âyet var, 6666 âyet var mıdır?
Kur'ân’ın kaç âyet olduğu hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır. Fakat bu ihtilaf sadece numaralandırma hususundadır. Kur'ân’ın tümü için herhangi bir ihtilaf mümkün değildir.
Kur'an âyetlerinin sayısı hakkında tam bir mutabakat yoktur. Bunun bazı sebepleri vardır:
1. Âyetlerin tamamında veya Kur'an'ın umumunda herhangi bir sıkıntı yoktur. Yani Kur'an'ın tamamı bellidir. Fakat alimler arasında âyet sayısında bir görüş ayrılığı mevcuttur. Şöyleki, Kur'anı açtığınızda âyetlerin yerini tayin eden yuvarlak işaretler vardır. İşte bazı âlimlere göre, bu iki yuvarlak arasındaki ifadeler âyettir. Fakat bazı âlimlere göre, bu iki yuvarlakların aralarındaki ifadelerin bazısı bir âyet değil, iki veya daha fazla âyettir. Bu görüş ayrılığından dolayı, âyet sayısında farklılık olabilir. Yoksa Kur'an'ın tamamında veya âyetlerin kendilerinde herhangi bir anlaşmazlık veya terslik söz konusu değildir.
2. Şafiî âlimleri besmele-i şerifi, başında zikredilen sure ile bir bütün olarak saydıkları hâlde, Hanefi âlimleri besmeleyi ayrı bir âyet olarak saymışlardır. Sure başlarındaki “yasin, ha mim” gibi huruf-u mukattaa için de benzer durum geçerlidir.
3. Ayrıca, Kur'an'da bulunan “durmayınız” anlamına gelen “LA” işaretinin olduğu yerlerin de birer âyet sayılıp sayılmayacağı da bu farklılığın başka bir nedeni olabilir.
Bu ve benzeri nedenlerle Kur’an’ın bir harfinde bile değişiklik olmadığı hâlde, ne kadar âyet olduğu konusu tam netlik kazanmamıştır. Elinizde bir kitap olsa kaç parağraf veya cümleden meydana geldiği sorulsa, değişik anlayışlara göre farklı rakamlar çıkacaktır. Bu anlayış farklılığı kitabın azalacağı veya fazlalaşacağı anlamına gelmez. İşte Kur'an da esas olarak içindeki her şey ile meydandadır. Ancak değerlendirme farklılığından rakamlar da farklı çıkmaktadır.
Bu farklı sayımın bir sonucu olarak; İbn-i Abbas 6.616, Nafi, 6.217, Şeybe, 6.214, Mısır âlimleri 6.226, Zemahşeri, İbn-i Huzeyme, Şeyhulislam İbn-i Kemal ve Bediüzzaman Said Nursi ise 6.666 âyet olduğunu söyler.
Bugün elimizde olan ve dünyanın her tarafında bulunan Mushafların nizamı, Küfî ekolü âlimlerinin Hz. Ali’den rivâyetle Peygamberimiz (a.s.m)’e dayandırdıkları bir tertiptir. Bu Kur’an’daki mevcut âyet sayısı, 6.236’dır. Bu, bizim de bizzat âyetleri sayarak elde ettiğimiz bir sayıdır.
Âyetlerin sayısı elbette pek çok hikmete bakıyor. Fakat bu hikmetler, sadece yekun olarak 6.236 sayısına değil, aynı zamanda Kur’an’da kullanılan kelimelerin tekrarı, bu tekrarların yapıldığı âyetlerin sayısı, bir suredeki âyetlerin belli kriterlere göre ayarlanması, Allah’ın isim ve sıfatlarının belli bir adede uygun olarak belli bir sayıdaki âyetlerde yer alması gibi bir çok ince hikmetleri vardır.
Örneğin âyetlerin yekun sayısına uygun olarak deriz ki, surelerin başında geçen besmelelerden bir tanesi ile birlikte bu âyetlerin sayısı 6.237 olur. Bu sayı Allah’ın 99 ismi ile Hz. Peygamber (a.s.m)’in ömrü olan 63 sayısının çarpımından çıkan bir yekundur. 99x63=6.237.
Ayrıca bu sayı, daha tam Kur’an vahyi bitmeden Kur’an’da buna işaret edilmiş olması, gaybî ihbar nevinde bir mucize parıltısıdır.
Secde ayetleri Kur'an'da nerelerde vardır ve nasıl yapıldığı hakkında bilgi verir misiniz?
Tilavet secdelerini yapmasanız da okuduğunuz hatimler geçerlidir; kabul olmaması söz konusu değildir. Ancak bu secdeleri sonradan yapabilirsiniz.
Kur'an-ı Kerîm'de on dört yerde secde âyeti bulunmaktadır. Secde âyetlerinin bulunduğu sureler şunlardır:
1. el-A'raf, 7/206
2. er-Ra'd, 13/15
3. en-Nahl, 16/49;
4. el-İsrâ, 17/107;
5. Meryem,19/58;
6. el-Hac, 22/18;
7. el-Furkân, 25/60;
8. en-Neml, 27/25;
9. es-Secde, 32/15;
10. Sâd, 38/24;
11. Fussilet, 41/37;
12. en-Necm, 53/62;
13. el-İnşikâk, 84/21;
14. Alak, 96/19.
Bu secdenin yapılışı şöyledir: Tilâvet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın "Allahu ekber" denilerek secdeye varılır, secdede üç kere "Sübhane Rabbîyel-a'lâ (En yüce olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.)" denilir. Bundan sonra "Allahu ekber" denilerek secdeden kalkılır.
Tilâvet secdesinin rüknü, Allah Teâlâ'yı ta'zîm için yüzü yere koymaktır. Ancak namaz hâlinde rükû ve hastalar için imâ da bu secde yerine geçer.
Bu secde için abdestli, temiz, avret yerleri örtülü ve kıbleye yönelmiş olmak şarttır.
Tilâvet secdesine ayaktan inilmesi ve bu secdeden kalkarken ayağa kalkılması ve bu şekilde ayağa kalkarken "Gufrâneke Rabbenâ ve ileykel masîr (Ey Rabbimiz! Senin bağışlamanı bekliyoruz. Son dönüş sanadır." denilmesi müstehaptır.
Tilâvet secdesine varılırken ve kalkarken alınan tekbirler de müstehaptır. Asıl secde ise vacibtir.
Kur'an-ı Kerim meailini abdestsiz elimize alıp okuyabilir miyiz? Kur'an-ı Kerime saygı nasıl olmaldır?
Kur'an meali abdestsiz okunabilir. Ancak Kur'an-ı Kerim ve meali bir arada ise, Mealli Kur'an-ı Kerim de Kur'an hükmünde olduklarından, abdestsiz tutulması caiz değildir.
Kur'an-ı Kerimi okumaya "Eûzü çekerek ve Besmele okuyarak" başlanır. Rabbimizin bu mukaddes kitabından gereğince yararlanmak için her halde yüce varlığına sığınmamız ve kendisinden yardım dilememiz lâzımdır.
Bir Kur'an-ı Kerim ele alınarak okunacağı zaman abdestli bulunmak gerekir. Okurken kıbleye dönmeli, toparlanıp saygılı bir duruma geçmelidir. Abdestsiz kimse kılıfsız (bir mahfaza içinde olmayan) Kur'an-ı Kerimi ele alamaz. Kutsal kitabı ancak temiz ve abdestli olan eller tutabilir.
Kur'an- Kerim, temiz yerlerde, avret yerleri kapalı olan kimselerin yanında, onu dinlemeleri şartı ile açıkca okunabilir. Pis yerlerde veya avret yerleri açık olanlarla başka işle uğraşanlar yanında açıkca okunması mekruhtur.
Dışarda bulunup okunan Kur'an-ı Kerime karşı saygılı bir vaziyet takınmayacak kimselerin işitecekleri şekilde aşikâre Kur'an okunması uygun değildir. Bu durum, Kur'an-ı Kerime saygısızlığı ve halk için de manevî sorumluluğu gerektireceğinden, buna sebebiyet vermemelidir.
Hattat olan bir yazar, yazacağı Kur'an-ı Kerim'in yapraklarını yüksekçe tutup ince olmayan bir kalemle ve temiz bir mürekkeble beyaz kâğıt üzerine yazmalı, satırlarını seyrekçe bırakmalıdır. Kur'an-ı Kerim nüshalarını pek küçük boyda ince kalemlerle yazmak, tenzihen mekruhtur. Bu mübarek nüshaların altın veya gümüşle süslenmesi, bir saygı ifade ettiğinden caiz görülmüştür.
Kur'an-ı Kerim'i, Hacer-i Esved'i, Kâbe'nin eşiğini hürmet için öpmek caizdir. Buna "Diyanet öpmesi" denilir. Mübarek bir adamın elini öpmeye de "Tahiyye öpmesi" denir.
(İmam Şafiîye göre ekmeği öpmek, mübah veya hasen olan bir bid'attır. Bu öpmek, Hanefîlerce de mübah görülebilir.)
Kur'an-ı Kerim'le, diğer din kitabları ile kaşında (yüzüğün taşında) Kur'an'dan bir şey yazılı yüzüğü elinde taşıyarak, bir zaruret bulunmadıkça, helâya (tuvalete) girilmez, hürmete aykırıdır. Bunları helâya girmeden önce çıkarmalı ve temiz bir yere bırakmalıdır.
Bir Kur'an-ı Kerim okunamayacak hale gelince, temiz bez parçası içine konup ayak basılmayacak bir yere gömülmelidir. Bu, Kur'anı bir küçümseme değil ona bir ikramdır. Bununla beraber üzerine toprak atılmamalı, tahtadan bir çatı yapılmalıdır. Bu gibi Kur'an-ı Kerimleri yakmak caiz değildir.
Kur'an'dan başka diğer din kitabları eskiyince hemen gömülebilir, hem de akar suya bırakılabilir, hem de içlerindeki mukaddes isimler silindikten sonra yakılabilirler. Bu gibi kitapların kâğıtlarına bir şey sarmak dine ve ilme karşı hürmetsizliği doğuracağından caiz olamaz.
Kur'an-ı Kerim'in son inen ayeti hangisidir?
Son inen âyet hakkında ihtilâflar vardır:
1. ''Bugün sizin için dininizi ikmal ettim." ayeti son nâzil olandır, diyenler var. Bu Arefede vedâ haccında nâzil oldu. Süddî der ki: "Bundan sonra helâl ve harama dair nâzil olmamıştır."
Resulullah (s.a.v)'ın Veda Haccında Mâide Suresi'ni okuyup şöyle dediği ri­vayet edilmektedir:
"Ey insanlar! Şüphesiz ki Mâide Suresi en son nazil olan buyruklardandır. O bakımdan o surede helâl kılınmış şeyleri helâl, haram kı­lınmış şeyleri de haram biliniz."
Ahmed, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî de Abdul­lah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Son nazil olan sureler Mâide ve Feth sureleridir." Yine Ahmed, Nesaî ve sahih olduğunu belirterek Beyhakî Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Maide son nazil olan suredir. O ba­kımdan o surede helâl bulduğunuz şeyi helâl diye kabul ediniz, haram buldu­ğunuzu da haram biliniz." (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 3/347.)
2. "Allah'a döneceğiniz o günden sakının."(Bakara, 2/281) son inen âyet budur. Bundan sonra Resulûllah dokuz veya yedi gün yaşadı. Ashab bundan acı haberin yaklaştığını anladı.
3. Son inen sûre "İza cae Nasrullahi Vel-feth" Nasr süresidir. İbni Abbas "En son inen ayet riba, (faiz) ayetidir. En son inen sure, "İza cae Nasrullahi Vel-feth dedi."
4. Berâ'nın sonu, Bakara'nın sonu, diye de rivayetler vardır. "El-yevme ekmeltü" ayeti Hiccetül-Veda'da arefe günü nâzil olduğuna göre son denemez. Meğer ki kemal-i dine dair son âyet denilsin. Süddî'nin dediği gibi, ondan sonra haram ve helâla dair nâzil olmasa da vaaz ve irşada dair nâzil olanlar vardır, Nasr Suresi gibi. Demek son nâzil olan derken de söz rastgele değil, mukayyettir.
İbni Abbas'tan gelen diğer bir rivayete göre «En son inen ayet, «vettaku yevmen, yani öyle bir günden sakınınız ki o günde Allah'a döndürülmüş olacaksınız» (Bakara, 2/281) manasını ifade eden ayet­tir.» El-Bağavi, «Haccet ul Veda yılında «Senden fetva isterler» diye başlayan En Nisa Sûresi'nin son âyeti (yani kelale âyeti) nazil oldu. Ve bu ayete «yaz ayeti» denildi. Sonra Cenab-ı Peygamber (asv), Arefede vakfe­de iken «Bugün size dininizi ikmal ettim» ayeti nazil oldu. Cenab-ı Peygamber bu ayetten sonra (81) seksen bir gün yaşadı. Ondan sonra da «Öyle bir günden sakınınız ki o günde Allah'a döndürüleceksiniz» ayeti nazil oldu. (bk. Lübabut-Te'vil 2-220 Amire 1317 İstanbul) İbni Ebi Hatim Said bin Cübeyr'den rivayet etti: «Bu ayet, bü­tün Kur'an'ın en son nazil olan ayetidir. Bu ayetin nüzulünden dokuz gece sonra, pazartesi günü, Rebiulevvelin on ikinci günü, Resûlüllah vefat etti.(Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/610-611.)
Görüldüğü gibi, son inen ayet hakkında görüşler farklıdır. Kemali dine dair, ribaya, helâl ve harama, feraiza ait, kıssa ve haberler hakkında son şudur, demişlerdir. Söz mutlak değil, mukayyettir. Böylece zahiren muhalif görünen rivayetlerin arasını telif ve tevfik mümkündür. Herkesin ilk veya son derken gözettiği bir husus ve cihet vardır.
Risale-i Nur
Risale-i Nur ile İlgili Bazı Soruların Cevapları
Risale-i Nur'un Meslek ve Meşrebi

Bir fikir hareketi ya da bir düşünce sistemi incelenirken, evvelâ incelemeye esas olabilecek bazı temel kriterler ortaya koymak ve bu kriterler çerçevesinde sistemi birtakım ciddi süzgeçlerden geçirmek ve mihenge vurmak gerekir. Çünkü tahkik mesleği bunu emreder, hakikat bunu ister. Böylece o aksiyon, o düşünce sisteminin gerçek değeri, mahiyeti ve önem derecesi ortaya konulmuş olur. Risale-i Nur Külliyatının müellifi Bediüzzaman Said Nursî Münazarat isimli eserinde, "Hiçbir müfsit ben müfsidim demez. Dâimâ sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez, ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz" demektedir.

Risale-i Nurun Mesleği, Hizmet-i İman, Dâvâ-yı Kur'ân'dır

Risale-i Nur mesleğinin esası; imana, Kur'ân'a hizmettir. Yaratılışın gayesi Allah'a imandır. En büyük dâvâ, bâki olan âlemi kazanmaktır. Cihan savaşlarından ve zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha ehemmiyetli dâvâ budur. Bâki ve ebedî bir âlemi kaybetmek veya kazanmak dâvâsı her Müslüman'ın başına açılmıştır. İman vesikası sağlam elde edilmezse, bu dâvâ kaybedilecektir. İşte Bediüzzaman'ın dâvâsının özü, özeti budur. Bu sebeple beşeri küfür bataklığından, fısk ve dalâlet çukurlarından kurtarıp, iman dairesine celb etmek, bu mânâ için çalışmak, didinmek, yanmak ve tutuşmak, onun dâvâsının mihverini oluşturmaktadır. İnsan sadece bir "yığın", bir "ceset" değildir. İnsanın hayat felsefesi yalnız cesede hizmet etmek için değildir. Cesedi beslemek için kalp, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.

Risale-i Nur'un Mesleğinin Esası İhlâstır

Risale-i Nur'un yolu ihlâs yoludur. Necat ve kurtuluş ancak ihlâs iledir. Kur'ân'a hizmetteki muvaffakiyetin, kabul ve makbuliyetin mânevî şifresi ihlâstır. Amelde Allah'ın rızası esas alınmalıdır. Bediüzzaman, Risale-i Nur'un en büyük kuvvetinin ihlâs olduğunu ifade etmektedir. Bu maksatla bir risale telif etmiştir. Bu risalenin başına "En az on beş günde bir defa okunmalı" kaydını koyması onun ihlâsa ne derece önem verdiğini göstermektedir.
Kur'ân hizmetini yürüten hakikat kahramanlarının riya, gösteriş, kıskançlık, hırs ve tama gibi pes hislerden sıyrılabilmelerinin yolunun ancak ihlâstan geçtiğini beyan etmiştir. Hubb-u cah, nazarı .kendine celb etmek ruhî bir marazdır. Risale-i Nur'un mesleğinde yalnız ve yalnız Cenab-ı Hakkın rızasını esas yapmak gerekir. Risale-i Nur bu derece muvaffak olmuşsa ve oluyorsa, herhalde bunun sırrı ihlâsta aranmalıdır..

Risale-i Nur'un Mesleğinin Esası Uhuvvettir

Risale-i Nur'daki ilişki, hasbî, samimî, hakikî kardeşlik ilişkisidir. şeyh ile mürid, peder ile evlat arasındaki ilişki değildir. Nur talebeleri Kur'ân dersinde kardeş ve arkadaştırlar. Birbirlerinin muîn ve müzahiridirler. Bu düstur Risale-i Nur'da "fenâ fi'l-ihvan" tabiriyle ifade edilmiştir. Yani, birbirinde fani olmak, kardeşinin meziyet ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Eksiğini göre ta mamlamak, yırtığını görse dikmek, fenalığını görse ona acımak, tahakkümle değil, lütuf ile ıslahına çalışmaktır.
İman, muhabbeti; İslâmiyet, uhuvveti iktiza etmektedir. Mü'minler arasında birlik, ittifak ve imtizaç rabıtalarını tesis eden bağlar Esmâ-i İlâhiyye sayısıncadır. Bu ilişkiyi Bediüzzaman şöyle açıklamaktadır:
"Her ikinizin Halikınız bir, Malikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir... bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir... bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... ona kadar bir bir."
Bütün bu rabıtalar, kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirlerdir. Bu ilişîkiler maddî, şeklî, sathî, siyasî ilişkiler değildir. Bu ilişkiler kaynağını Kur'ân'dan alan, hamiyet-i diniyenin kudsî heyecanı ile coşan, dâvâ ruhu içinde bütünleşen ve kenetlenen ilişkilerdir.

Risale-i Nur un mesleği acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür
Risale-i Nur'un mesleği bu dört esas üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman'ın Kur'ân dan çıkartmış olduğu bu yol Allah'a vâsıl olacak en keskin, en selâmetli ve en kısa bir yol olarak nitelendirilmiştir. Mü'min, Allah'a karşı acz ve fakrını, naks ve kusurunu idrak ettiği nisbette terakki edecektir. Böylece acz onu ibadet yolu ile mahbubiyete, fakr yolu ile de Rahim ismine ulaştıracaktır. Bu yolda mü'min fıtratındaki acz ve fakr madenini işlete işlete tecellî-i samedaniyete bir ayna olacaktır.
Risale-i Nur'un mesleğinin dörtte biri şefkattır. Kur'ân nâmına ve âhiret hesabına mânen yıkılan ve dökülen insanlara şefkat elini uzatmak, onların kurtuluşu için çırpınmak, didinmek ve yoğun gayret göstermek de Nurun mesleğinin esaslarındandır.
Şefkat, aşk gibi, belki daha keskin ve geniş bir yoldur. Şefkat yolu, rahmet yoludur. Bediüzzaman şefkat noktasından bütün Müslümanlarla, hattâ bütün beşerle alâkadardır. Bu sözler onun yoğun şefkatini göstermektedir:
"Bana,'Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görürler!"20
Risale-i Nur'un mesleğinin temel rükünlerinden birisi de tefekkürdür. Meseleleri büyük boyutlarda ele almak, dakik ve ince düşünmek, olayları fikir süzgecinş den geçirerek süzmek, rafine etmek; neticede tasnife, tahlile, terkibe ulaşmak, onun mesleğinin esaslarındandır. Risale-i Nur'da engin bir tefekkür vardır. Marifet ile ilgili tefekkür boyutu enfüsî ve âfâkîdir. Enfüsî tefekkürü, derin ve dakiktir. Hakikat-i insaniye haritasını ve mahiyet-i insaniye âyinesini mütalâa ederek i'zânî bir vicdan ve itmi'nan ile iman-ı tahkîkinin nihayetsiz derecelerınde yol katetmek, esrar-ı İlâhiye'de kulaç atmaktır.
Risale-i Nur'un kazandırdığı âfâkî tefekkür ise kâinat kitabını bab bab, sayfa sayfa, satır, satır, Allah namına, Esmâ hesabına okumaktır.
Risale-i Nur'larda tefekküre azîm rağbet vardır. Bu rağbet "Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır." hadis-i şerifindeki sırra yetişmek içindir.

Şişli Gençlik Merkezi Youtube

HASTALIĞA FARKLI BİR BAKIŞ

Şişli Gençlik Merkezi / Youtube

TAKVA VE AMEL-İ SALİH

Şişli Gençlik Merkezi / Youtube

İSLAMİYETİN FECR-İ SADIKI

Şişli Gençlik Merkezi / Youtube

Şişli Gençlik Merkezi: Ebedî bir gençlik kazanma merkezi

Risale-i Nur'daki belli başlı konuların, bölümlerin ders yapıldığı, mütalaa edildiği Risale-i Nur Hizmet merkezi.

YUKARI